BMW 2000 yılında E39 5 serisini makyajladığında halk arasındaki tabirle “angel eye” park lambaları hayatımıza girdi. Lise yıllarında bir otomobil dergisinde Almanca’dan tercüme 530i incelemesini okurken sıralı 6 silindir motordan daha çok melek gözlerin beni etkilediğini çok net hatırlıyorum. Bu dönemde melek gözler şu anda yaygın kullanılan gündür farı olarak değil park ışıkları olarak görev yapıyorlardı. BMW’nin melek gözleri gündüz sürüş farına dönüştürmesi E92 ve E93 kasa kodlu 3 serisi modellerinin piyasaya sürüldüğü 2007 yılına denk geliyor. Tam da bu dönemde satışa çıkan B8 kasa kodlu Audi A4’te ise led gündüz sürüş farları yer alıyor, bunun yanı sıra renkli eğelence ekranı standart olarak sunuluyordu.
Bu özelliklerin çok şık durduğunu ve gelecekte sahip olacağım otomobillerimde de bu özelliklerin kesinlikle olması gerektiğini düşünüyordum. Düşüncelerimden sadece bir kaç yıl önce vazgeçtim ve çok geç kaldığımı düşünüyorum. Bugün bakınca led gündüz farlarının hatta komple led aydınlatma gruplarının neredeyse bütün otomobillerde standart donanım olduğunu görüyoruz. Bunun temel nedeni led ampullerin maliyetli olmamasının yanı sıra daha az enerji tüketmeleri ve karbon emisyonu hedeflerine katkı sağlamaları. Sorun şu ki artık bütün otomobiller birbirine benziyor, ünlü kadınların hatta az ünlü olanların bile estetik uygulamalar nedeniyle birbirlerine benzemeleri gibi.
Otomobil tarihindeki en güzel tasarımların led aydınlatma öncesi döneme ait olduğu inancındayım. Üstelik bu tasarımlar karşılaştırılırken hiç bir zaman maliyeti bir kaç yüz lirayı aşmayacak bir far grubu bir tasarımın bir diğerine üstün gelmesini sağlamadı. Aklınıza gelen bütün eski otomobilleri düşündüğünüzde o basit far gruplarının ledler olmadan da müthiş olduğunu hatırlayacaksınız.
Led farlardan daha can sıkıcı bir özellik olan renkli bilgi/eğelence sistemi ekranları ise otomobillerin kullanıcılar için ömrünü kısaltma konusunda rakipsizler. Üstelik günümüz otomobillerinde sayıları ve kapladıkları alanın artıyor olması gelecekte bugünün otomobillerinin iç mekanlarını bugün gri kasalı düz ekran tüplü televizyonların durduğu salonları nasıl görüyorsak öyle göreceğiz.
1990’lı yılların ikinci yarısında Fiat Tempra’nın dijital gösterge paneli zamanının ötesindeydi. Arkadaşlarım ve benim için Tempra’nın en önemli özelliği bu gösterge paneliydi. Hatta zaman zaman arkadaşlarımla yaptığım otomobil sohbetlerinde Tempra gösterge paneli gündeme gelir. Ancak bugün Tempra’nın elektronik gösterge panelini bugün değerlendirdiğimizde otomobili modernleştirmek yerine tam olarak 1996 yılına hapsettiğini fark ediyoruz.
Zamanda biraz daha ileri gittiğimizde örneğin W211’in Mercedes Benz dilinde “comand” ekranına baktığımızda düşük çözünürlük ve kötü grafikler görüyoruz, 2000’li yılların ilk yarısına hapsolmuş bir mekan. Aksine zamanda geri gidersek, örneğin 1980’den herhangi bir otomobil 1990’lı yıllardaki versiyonundan çok da farklı değil. Renault 19 ve devam modeli olan Mégane’ı örnek olarak inceleyelim:
Renault 19 1988 – 1996 yılları arasında Avrupa’da satılmış bir otomobil ülkemizde ise 1998 model yılının sonuna kadar hatta son dönemde Mégane (ilk jenerasyon) ile birlikte satıldığını hatırlıyorum. Bu iki otomobilin iç mekanlarına baktığımızda büyük bir uçurum yerine bir devamlılık görüyoruz. Bu durumun Mégane II’de de sürdüğü de çok net. Aşağıdaki katalog görselleri hafızanızı tazelemeye yardımcı olacaktır.
Sonuç olarak bilgi ekranları ve led farlar, otomobilleri sadece tasarlandıkları döneme hapseden önemsiz detaylar. Otomobilleri böyle basit detaylarla indirgemenin olumlu bir yanını göremiyorum. Üstelik çok yakın zamana kadar bu yanılgıya düştüğümü itiraf ediyorum. Geleceğin yazının ilk fotoğrafında olduğu gibi ön panjuru binlerce led ampulden oluşan Bentley’ler çizgisinde ilerlemesi ile şimdilik kendimi alıştıramadığım bir gelecek.